Yayınlanma Tarihi: 4 Ağustos 2015 — okunma
12 Eylül 1980 öncesi karanlık günlerinin romanı Vebal’den üç ayrı alıntıyla şiddetin büyük günahını vebalini açıklamaya çalışmak istiyorum bu yazımda. Devrimci önder olarak halka kendini kabul ettirmiş Celal ile onu ikna etmeye çalışan gazeteci Kamil konuşuyorlar:
“– Sonunda çok zararlı çıkacaksızınız, halkınız çok sıkıntı çekecek.
– Aynı kanıdayım, bizi o sıkıntılara atmak için geliyorlar üzerimize zaten.
– Öyleyse halkın önderi olarak bir şeyler yapın. Bırakın şiddet size gelsin, sizden hiçbir şekilde şiddet gitmesin, bunu isterseniz başarabilirsiniz.
– Hayır, başaramam. Halkın gözünden düşer, iki paralık olurum kısa zamanda.
– Ne diyorsunuz siz Allah aşkına?
– Evet aynen böyle diyorum, lütfen beni doğru anlayın. Devrim andı içmiş insanlara “Çekilin bir köşeye, bekleyin. Size saldırsınlar, sizi öldürsünler.” nasıl derim ben?
– Demek öyle…o zaman yolunuz açık olsun Celal Bey!”
Başka bir sahnede Kamil, yanından bir hırsla çatışma ortamına yürüyen gençlere müdahale etmeyen Celal’e neden engellemediniz onları diye sorunca aldığı cevap da oldukça ilginçtir:
“– İradeleri bende mi ki?
– Nasıl sizde değil, az önce size saygı ve bağlılıklarını belli etmediler mi?
– Sizin anlamadığınız bu işte. Kavga, çatışma ortamına girilince ok yaydan çıkmış olur. Kimse kimseyi dinlemez. Devrimcilerin sırtında zar atanlar da bu psikolojiden yararlanıyor. Sosyalist devrimin önüne faşist saldırılarla çıktılar önce. Böylece de devrimci şiddeti üzerlerine çektiler, tıpkı mıknatısın demir tozlarını çekmesi gibi. Artık şiddet şiddeti doğuruyor sürekli.”
Romanda anlatmaya çalıştığım, tarafların bu psikolojisinin onların önderlerince de engellenemediğiydi. Önderin iyi niyetli olması ve çatışmasızlık tavsiye etmesi hep havada kalıyor demekti. Gerçek de buydu, sağ sol çatışmasının mayası şiddetti. Maya şiddet olunca ortaya çıkacak ürünü sonradan hoş kokulu maddelerle ne kadar değiştirebilirsiniz ki? Mayayı değiştirmek de mümkün değildir, çünkü ürün ortaya çıkmıştır bir kere, rüzgar ekilmiş fırtına biçilmiştir. 12 Eylül darbesi fırtına üstüne indi ve binlerce genç, yani ürün ziyan edildi.
Memleket yönetiminde söz sahibi iktidar ve muhalefetin birleşerek yeni bir mayalanmaya gitmesi gereğini, sonradan öldürülen Kamil kahramana şu sözleri gazeteci rolüyle söyleterek vurgulamaya çalıştım:
“Karanlık güçler kol geziyor da düşürüyorsa vatan evlatlarını birbirine sizin el ele vermeniz gerekmez mi? Siz çatışmacı konuşmalarınızla dumanlı havada kurt olmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüş olmuyor musunuz? Yeter beyler, efendiler yeteeer! Aklınızı başınıza alın ve demokrasiye sahip çıkın. Kendinizi de milleti de kurtarın. Birbirinize karşıt olmayı bırakın da barış için birleşin artık. Yoksa yakında kına yakacaksınız tercih ettiğiniz bir yerinize kına!.. Kınanızı hazırladım, size sunmak üzere torbalara doldurdum. Sağ kalırsam benden, ölürsem gelin adresimden alın.”
Kamil öldürülür, olaylar son safhaya gelince de darbe olur. Büyük gazetelerin birinde de vatandaşın eline tutturulmuş üzerinde alın münasip bir yerinize yakın yazılı bir kına torbası karikatürü vardır.
Bu romanı tarih ışığı olarak yazdım, ne mutlu karanlığa tutabilenlere. Umarım şiddeti yok edecek mayalanmayı ortaya koyabilecek, tarihten ders almış bir iktidar-muhalefet gücü çıkar, çıkmazsa bu sefer papuc pahalı, senaryonun mayası açıkça ortaya çıktı, net görülüyor. Kitlelerin çilesinin günahı vebali egosunu terk edip barışı mayalayamayan parti liderlerinin tümünün olacaktır. Benim fikrim barış mayası tutmuyor diyenin bulunduğu makamı acilen terk etmesini milletim adına arz ediyorum. Bu millet çatışmak istemiyor, Ortadoğu batağına saplanmak istemiyor! Lütfen biraz vicdan ve sorumluluk!