Yayınlanma Tarihi: 6 Mayıs 2016 — okunma
“Korkunç bir mevsimdi çocukluğum.”
(Cahit ZARİFOĞLU)
Giriş:Çocukluk,Zaman ve Yağmur
Çocukluk,insanın ana yurdudur.Annenin ve zamanın doğurduğu en yalın şiire evrilen bir yaşam ülkesidir çocukluk.Zamanın taşırdığı ve gelgitlerinin insanı oradan oraya savurduğu mevsimlerimizde tek sığınağımızdır kirli kalmayan.Yüreğini hangi kuşa emanet ederse etsin rüzgarın yine kalbine düşürdüğü ilk günkü tohumdur acıdan ve hüzünden arta kalan.Çocukluğa evrilen her zaman sürülmeyi bekleyen bereketli bir toprak,çocukluğa kavuşan her yağmur şiiri denize boyayan bir gülücük gürültüsüdür.Bunun içindir insan eskisinin kirpiklerinde ağardığında zaman yine çocukluğa sığınması.Bunun içindir her ne kadar çiğ süt emse de kurtuluşu yine bir annede bulması.Bunun içindir tüm şairler eninde sonunda yine çocukluğundan dünyaya geçer,anneye sığınmanın ve bakir zamanları anı defterlerine işlemenin yorgun atları büyük ve kanlı savaştan gelir yine çocukluğuna sığınır.
“Yağmurlar ülkesinde çocuk olmak“, Şeref Bilsel’in dediği gibi “bizleri geçmişe en çok yağmurların taşımasıdır.”
“Yağmurlar ülkesinde çocuk olmak“,Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi “nereye gidersen git Karadenizlisin” dediği gibi daima yağmurun doğurduğu o aydınlık gölgeyi en çok mısralarında taşımaktır.
Karadeniz,önce deniz ve yağmurla doğmaktır.Gökyüzünün ilmiyle yeryüzünün emeğine çalışan her çocuğun ilk şiiridir Karadeniz.Bakmayın okuldaki sabahleyin söylenen antlara,coğrafya kitaplarındaki başka bölgelerin insan ve bitki örtülerine.Zamanın ve yağmurun emzirdiği ilk Türkçe dersidir ayakkabılarına su sızmış bir çocuğun coğrafya alfabesinde öğrendiği ilk A.
“Yağmurlar ülkesinde çocuk olmak“,Edip Cansever’in dediği gibi “insanın yaşadığı yere benzemesidir.“Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri“ adlı şiirinde zaman,mekan ve insan çevrimindeki özün trajedisini imgeye dönüştürürken sanki bir Karadeniz hissi gelip oturmuştur dizelerine.Kullandığı nesneler hep denize ve kıyıya bağlar bizi.Deniz ülkesinin çocuklarını hatırlatıyor desem yazının yüreği burkulur,Karadeniz desem Cansever’i tekele bağlamış olacağım ama mısralar hep Karadeniz’e ve yağmurlara götürür beni.Çocukluk daha karanlık bir mağara ağzı olmadan,”şiir dersem çık ,çocuk dersem çıkma” daha katledilmemişken betonların arasında ve otoyolların üstünde bu “kan sesleri” beni alıp dedemin arkasında Karadeniz dağlarının uzandığı cep aynasına götürür.İşte o zaman şunları söylemek şiirsel bir caizedir artık:İnsan yaşadığı yere benzemez tek,yaşadığı yeri kelime kelime,satır satır ve dize dize damarlarında ve huyunda taşır:
“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
….
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidirDenize benzer ki dalgalıdır bakışlarıEvlerine, sokaklarına, köşe başlarınaÖylesine benzer kiVe avlularına(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)Ve sözlerine(Yani bir cep aynası alım-satımına belki) “
Ahmet Özer’in deyişiyle “zengin bir doğanın yüreğine doğmak” az şey değildir.Karadeniz’de her yağmur kaç çocukluk eder?Yağmura sırtını dayayan zaman, içten içe sokakların,caddelerin ve köy yollarının nemli yıkanmışlığına büyütürken bir çocuğu,şair bu çocukla nasıl yağar toprakların üstüne?Karadeniz’de şair işte en çok bu hayale çalışır.
“Yağmurlar ülkesinde çocuk olmak“,şairin dilinde zamanı ve yağmuru maviye boyamaktır.Anne rahminden dalgaların ve dağların beslediği,ete kemiğe büründürdüğü bu teneffüssüz “devlet dersi”,”yağmurlar ülkesi”nin yazgısında nice hikayeler yazacaktır.
Fındık,Deniz ve Yeşilmişik:Doğanın Yüreğine Doğmak
Menzilgahı sahil ve devrim olan Sezai Sarıoğlu,Karadeniz’le bağlarını şöyle anlatıyor:”Ben,bir şey anlatırken deniz olan çocuklardanım.Dinleyenler beni balık zanneder.Dinlerken şarkı olurum,onlar beni çocuk zanneder.”
Yağmur büyütür,fındık ürkütür,deniz küstürür Karadeniz’de. Bu kadar hüznü bir araya toplamak haksızlık olsa da Karadeniz hala emeğin ve alın terinin sınandığı bir bölgedir.Karadeniz’i ruhuna ve mısralarına kazımış her şair her şeyden bunu bilir.Denize,doğaya ve emeğe kendini ve çocuklarını adayan bir halkın denize ve yeşile kesmesi toprağın yazgısıdır.Rızık ve bereket denizden ve gökyüzünden geldikçe daha bir yeşildir Karadeniz.Mavi ve yeşilin kardeşliğinde, çocukluğun uçarı ve özgür zamanlarında Ayhan Genç’in deyişiyle “doğayla iç içe büyümektir çocukluk.”
Sizin hiç ağacınız oldu mu Karadeniz’de?Benim küçük bir fındık ağacım vardı.Onun yeşillendiğini ve giderek yemiş verdiğini gördükçe çocuk yüreğim tarlalarda bir başka çarpardı.Her yaz fındığın çilesini çekip rızkını topraktan çıkarmaya çalışan bir yığın emekçinin arasında hayallerimi büyütür gibi büyütürdüm onu.Denize ve yağmurlara sorardım halini hatırını.Hüzün ve soğuk değmesin diye dallarına nice dualar ederdim.Sezai Sarıoğlu’nun hiç ağacı olmaması hüznünü okurken doğanın yüreğine doğmuş bir şairin çocukluğunun terkisinde büyüttüğü “yeşilmişik” halini hep fındık kokan ellerimde hissetim:”Benim hiç ağacım olmadı…Özellikle benim yolumu gözlemedi hiçbir ağaç.Hiçbir ağaç yapraklarını sadece benim için biriktirmedi.Yapraklarının koynunda sakladığı rüzgarı boşaltmadı başımdan bunaldığımda,geçmişe ve geleceğe koşup terlediğimde sırtıma mendil koyar gibi uzatmadı dallarını.Ne çocukluk hayallerime karıştı suyu ne de saçlarımın arasına sadece benim için rüzgarlandırdı şarkılarını.Ama ben bütün ağaçların ve ormanların sırdaşı oldum.Gövdelerine dayadım usulca kulağımı.Masallarını dinledim.Bir ağaçta uyudum,bir başka ağaçta rüya gördüm.Bazılarında sorularımı bazılarında cevaplarımı unuttum.Yine de benim hiç ağacım olmadı.”
Rüzgara,denize,yağmura ve hayata tutunmak için sahi sizin hiç ağacınız oldu mu?
(Devam edecek…)