Yayınlanma Tarihi: 8 Şubat 2016 — okunma
“Külleri yeniden gül haline getirmek…”
Yılmaz İmanlık’ın öykü evreninin girişinde sizi karşılayan bu cümle,insan kılığından insan olma sürecine işleyen derin yolculuğun sıkıntıları ve yara halini imliyor her sanki.Bir insan duyarlılığına eklemlediği öğretmen olma halinin iç çekişleriyle beraber anılardan öykü damıtmanın da dilsel örgüsü sizi davet eden.Çocukluktan yaşlılığa,öğretmenlik yaşamının getirdiği hassasiyetlerden toplumsal izlenimlere,baba imgesinden kendine yabancılaşmaya,doğa duyarlığından yaşadığı toprakların sözcük evrenindeki iz düşümlerine Yılmaz İmanlık,bazen sevginin,sevincin ve iyiliğin kıyılarında gezerken bazen de hüznün dalgalarında iç denizlerinizle mücadeleye etmeye götürüyor sizi.Bir öyküsünde vurguladığı gibi “hüzünlü öyküler yazarı” Yılmaz İmanlık:”Ben hep hüzünlü öyküler yazarıyım.Hikaye sonunda genelde benim kahramanlarım ölür.Ama bu sefer hikaye tarzımı değiştirip seni yaşatacağım.”
Otuz sekiz öykünün bize yaşattığı “kül halinden gül haline geçme” bilgisi insanın varoluşsal gerçekliğindeki birçok yapılanmamış özü de inceden işliyor.Öykü evreninin kapsadığı bu “varoluşsal kül olma” halinin bilgisi “varoluşsal gül olma” halinin bilgisine ulaşırken bireyin duygu ve düşünce penceresinde kendisiyle ve toplumla çatışan kimlikler üretiyor.Ayrıca bu kimlikleri acı ve hüzün öyküleri daha dramatik kılıyor.
“Ballı Yumurta” her şeyden evvel insanın kendi bireysel ve toplumsal gerçekliğini sorgulamasına bir yolculuk.Her öyküde bu izleğin sarsılmaz gerçekliğine dayanarak İmanlık’ın insanlarına konuk olalım:
1-Uçan Balon:Yitip giden zamanla beraber yitip giden çocukluğun da simgesidir uçan balon.Hepimizin yaşamında “Ama ne yazık ki baloncu amaca çoktan kaybolmuştu.” satıları sızlamıyor mu? “Uçan Balon” kendimizin olmadığı bir dünyada varlığımızın çocukluktaki neşe hali?Sahi siz çocukken bilinmeyen bir gökyüzüne kaç defa “uçan balon” kaçırdınız?Ya a “uçan balon”larınız oldu mu sizin hiç?
2-Ballı Yumurta:Yılmaz İmanlık’ın öykü evrenini oluşturan kaçınılmaz bir dönemdir çocukluk.Birçok öyküsünde olduğu gibi bu öyküsünde de öykü kişisinin anılardan yola çıkarak kurguladığı bir olay örgüsü sarıyor öyküyü.Bu anı-öykü ya da anlatı niteliği kazanan metin ister istemez İmanlık’ın yaşamından izleri sorgulatıyor okura.”Ballı Yumurta” çocuklukta kalan değerlerin bellekteki ve yürekteki hüzün hali.Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiirinde dediği gibi “hiç bitmesin horoz şekerlerim“in İmanlık’ın çocukluk evrenindeki başka bir ifade biçimi.İnsanı kaybettikleri olgunlaştırıyor.”Ballı Yumurta”yı da hüzünlü kılan bu.
3-Kuş Yuvası Düş Yuvası:”Çocukluk…Bir su gibi akıp giden insan hayatında hiç solmayan bahar…Çiçeklerin kokusuna ömrümüzün her safhasında özlem duyduğumuz özge bir mevsim…Günahı hiç tanımadığımız,dilimizin yalanın tadını hiç almadığı gerçek bir düşler sarmalı…Bütün sevgileri anne sevgisi kadar kutsal bildiğimiz,sevginin ihanete dönüşebileceğine rüyamızda bile inanmadığımız sevgi yumağı…”
Anadolu’da bir söz vardır:”Kuşun yuvasını yıkan düşünde öldüğünü görürmüş.” Kuş sözcüğünü yuva sözcüğüne iliklemek ne kadar incelikse,çocukluğun düşlerinde kuşa dair nice anılar da ilerideki yuvamızın yaşamda sınanmasıdır:“Biz hayranlıkla yuvaya bakarken anne kuşun bir yerlerden bizi izlediğini,”Aman yumurtalarımı çalmasınlar!” diye dualar ettiğini nereden bilebilirdik?Bunu ancak yıllar sonra bir yuva sahibi olunca düşünebildik.”
Çocukluğun “hiç solmayan bir sevgi baharı” olarak özetlenebilecek algısında Yılmaz İmanlık.“Kuş Yuvası Düş Yuvası”nda İmanlık’ın baharına öyle bir hüzün ve acı gelip oturur ki insan içindeki kötülüğü çocuklukta da öğrenir:“Nasıl mantıksa,bizi sevmeyenler bizim bildiğimiz bir yuvayı dağıtıp yumurtalarını kırarak ya da yavruları öldürerek bizden intikam almış oluyorlardı.”
Kuş,bir çocukluk imgesi olarak şiire ve öyküye yakıştığı gibi İmanlık’ın yüreğindeki sevgi nesnesi onun acıyla talimi de oluveriyor.Siz çocukluğunuzda bir kuş yuvası yıktıysanız önce Anadolu’dan özür dileyin.
4-Silgi Tozları:İmanlık öykü öznesi olarak anılarını öyküleştirmeyi çok seviyor.Klasik deyişle, “Şairin yaşamı şiire dahil.” “Silgi Tozları”,sizi yine çocukluğumuzun ayrıntılarda kalmış gizli sevinçlerine götürüyor.Aslınca İmanlık bir nevi bize kendi yaşamından kesitlerle anılarımıza pencere açıyor.Depreşen duygularımız çocukluktan izler arıyor.Bir baba için öncelikle önemli olan çocuğuna aldığı silginin hangi problemin üzerinden geçtiği değil,tozlarının biriktirilip bir hediye oluşturulmasındaki inceliğe mukabil çocukta önemlilik ve sevgi oluşturabilmektir.İmanlık gibi erinmeyin,en güzel silgileri alın çocuklarınıza.Belki bir gün onun tozlarından sizin resminizi bile yapabilir.
5-Kelebek Güncesi:Bir yaban gülünün dikenine takıldı kanatlarım
O günden beri kelebekler bende hep yara halidir
6-Başka Baharın Gül’ü:İmanlık’ın toplumsal hassasiyetleri şiddet görmüş kadınları da kapsıyor.Kendi baharını yaşayamayan Gül’ün hikayesi ahlaki çöküntü içinde kendi çürümüşlüğünü hazırlayan insanoğlunun bir laboratuvar öyküsü:”Ah bu insanların hala değişmeyen kafa yapıları!Kız evlat,erkek avlat ayrımı.Bir türlü aşılamayan,insanların kafasına bilinçsizce yerleşmiş sosyal normlar,mahalle baskısı,cehaletin paslanmış vidaları…”
Ölümün kıyısına yaklaşmak isteyen,”ağaçlarındaki bütün yaprakları bir an önce dökme”ye uğraşan öykü kahramanın yaşadığı acılara dikkat çekmek,kanıksadığımız bir olgu artık ne yazık ki.Etrafımızda “zalim ellerin saçlarından tutarak beyazların olmadığı bir mevsime sürüklenen” gelenek ve cehalet kurbanı o kadar çok genç kızımız var ki.“Başka Baharın Gül’ü”, kadının özgürleşmesindeki ve kendi varlığını bulmasındaki sancılı sürecin erkek egemen şiddet ve hiddet toplumundaki iz düşümlerini barındırıyor ve aklıma hemen Tevfik Fikret’in o muhteşem mısrası geliyor bir çare olmasa da:”Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer.”
7-Bir Kitap Üşür Yağmur Altında:İmanlık’ın öykü evreninde öğretmenlik yaşamında derin etkisi ve izleri var.Mesleği icabı birçok kişiyle ve bu kişilerin birçok anısıyla yüz yüze gelmiş duyarlı bir öğretmenin yaşadıklarını öyküleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz.”İçindeki yağmurlar ne kadar da kendisini üşütse de” öğrencilerin öğretmenlerde bıraktığı iz bu yağmurun gökkuşağı gibidir.Ne öğrenciler gelip geçmiştir bir öğretmenin hayatından.Kimileri vefalı,kimileri vefasız olsa da öğretmenin beklediği bunlar değildir zaten.Öğretmenin tek istediği çocukların üşümediği ortamlarda üşümeyen kitaplar nakşetmektir yüreklerine.Yoksa zaten bütün öyküler baştan üşür…
(Devam edecek…Sevgiyle…)