Yayınlanma Tarihi: 29 Nisan 2016 — okunma
Faruk SÜMER, “Çepni köyleri arasında Bekir, Ömer adını taşıyan şahıslara sadece XV.’de değil XVI. yüzyılda da sık sık rast gelinir. Bu sebeple söz konusu olan Çepniler kesin olarak Sünnî olup asla Alevî, Şiî veya Kızılbaş adları ile vasıflandırılamazlar.” demektedir (Sümer, 1992: 50).4
Karadeniz’in bütün yörelerinde ses ve görüntü kayıtları ile belirlenen bir başka nokta da Çepni Beyleri’nin PAŞA unvanı taşımasıdır. Son temsilcileri olan ve Ruslar’a karşı direnen Cemal Paşa gelenekten gelen bir paşadır. Ruslar’a karşı Gümüşhane’den Şalpazarı’na kadar direnmişler, direniş başarılı olamayınca Çepniler’in Güvenç Abdal’a verilmiş olan kutsal sancağını Geyikli Köyü’ne gömdükten sonra dağılmışlardır.8
Doğu Karadeniz yöresinde sahilden on kilometre iç kısımların tamamını kontrol eden Sinop’a kadar yayılan çevreye egemen olan Çepni Boyu’nun kültürel yapısı ve birbiri ile bağlantıları sebebiyle onları Doğu Karadeniz Çepnileri olarak değerlendirmek, tanımlamak ve yorumlamak da daha doğru bir yaklaşımdır. Çünkü Balıkesir yöresinde bulunan ve kökenleri Musul ve Halep yöresine kadar inen Kantemürlü Çepnileri ile aralarında kültürel bakımdan bazı tanımlayıcı farklılıklar bulunmaktadır.7
Doğu Karadeniz alan araştırması verilerine göre aslında her iki kol da Anadolu’ya Horasan üzerinden Erzincan’a kadar gelmişler ve daha sonra Çepniler burada iki kola ayrılarak bir kolu İç Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’dan Halep’e kadar yayılmışlar, zaman içinde Batı Anadolu’ya kadar gelişen bir yayılma süreci göstermişlerdir.7 Ünye Ağzı ile Gaziantep Ağzı’ndaki benzeşimler de bilhassa dikkat çekicidir.
Anadolu’nun dağlık bölgelerinde ve yüksek yaylalarda yaşayan yarı göçebe veya köylülerden şehir hayatının Müslüman yaşamı ile Sünnî ibadet biçimleri beklenemezdi. Bu gruplar daha ziyade Rafızî, Heterodoks bir İslâm’ı temsil etmekte idiler. Bu gruplar, kendi toplumsal ve kültür biçimlerini temsil eden babalara çok sıkı bir şekilde bağlıydılar. Bu topluluklar içerisinde şehir, saray mozaik kültür ve edebiyatından ziyâde bir halk kültürü egemendi (İnalcık, 2006:199).12
Osmanlı arşiv belgeleri ile vakayinâmelerinde Alevîler, “Kızılbaş” ya da “Rafızî” diye adlandırılmakla (Seyman 2006: 11 – 13: BOA, DH. MUİ., Dosya No. : 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328) birlikte zındık “mezhepsiz”, Rafizi “ayrılıkçı”, Şiî ve mülhid “Allahsız” olarak kayıtlara geçtiler. Alevî adı ile anılmaları, merkezî otorite ve Sünnî topluluğun “Kızılbaşlığa” yüklediği din dışı ve ahlâk dışı anlamların sonucu olarak çok daha sonralarıdır (Melikoff, 2007: 53). Bunun yanı sıra Kızılbaşlık “fazihâ-i cahilâne” (cahilce çirkinlik, rezillik), “itikad-ı bâtıla” (bâtıl inanç) ve “tarik-i gayr-i meşru” (kanunca yani şeraitçe yasak olan yol) olarak da nitelendirilmektedir (BOA, DH. MUİ., Dosya No.: 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328; BOA, MF.MKT., Dosya No.: 848, Gömlek No.: 62, 17 S 1323).4
Bilindiği üzere Müslüman Türk toplumunda dinî tarikatlar iki gruba ayrılmaktadır. Birincisi merkezî iktidarın ideolojisini temsil eden ve ondan gelir sağlayan, çatışmayan tarikatlardı. Diğeri ise Sünnî ideolojinin dışındaki Melamîlik, Kalenderîlik gibi sufî anlayışlardı (Akkuş, 2014:117 – 134). İkinci sınıfa girenler siyasî düzene karşı belli toplumsal grupların benimsediği tarikatlardı. Bu özelliklerinden ötürü devletin baskısı altında kalmışlar ve ayrıca bu durum Kızılbaşlar arasında gizliliğe yol açmış, Sünnî devlet ve toplum içerisinde eski dönemlere nazaran daha çok kapalı bir hayat sürmelerine sebep olmuştur (Ocak, 2013: 81-85).12
Kızılbaşlar’ın “âyin ve merasimi ahlâk ve adâb-ı umumiye ve İslâmiyyeye külliyen münâfi bulunduğu (ritüellerinin genel ahlâk ve usuller ile İslâmiyet’e tamamen aykırı bulunduğu)” ifade edilerek bu kişilere İslâmiyet’in doğrusunun öğretilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu düşünceden hareketle bu tür sapkın inanç sahibi insanların İslâmî kaidelere uygun inanç sistemi dairesine girmelerini sağlamak devletin temel amacı olmuştur.4
Klâsik dönemde Osmanlı merkezî yönetiminin, Müslümanların marjinal grupları arasında sayabileceğimiz Kızılbaşları ötelediği; ancak bu grubu sistemli bir şekilde Sünnîleştirme gibi bir düşünce içerisinde olmadığını söyleyebiliriz. Ancak XIX. yüzyıldan itibaren merkezî idarenin, bu anlayışından uzaklaştığı da bir gerçektir. Osmanlı yönetiminin bu anlayıştan uzaklaşmasının iki temel gerekçesi vardır. İlki, Tanzimat’la beraber devletin merkezîleşme gayretleri çerçevesinde, imparatorluğa tam hâkim olabilmek ve insan kaynaklarından azamî derecede istifade etme düşüncesinden kaynaklanmıştır. İkinci gerekçe ise Protestan misyonerlerin Osmanlı tebaasından olan Hıristiyanlara, Kızılbaşlara, Yezidîlere ve Dürzîlere yönelik çalışmalarıdır. Özellikle II. Abdülhamid, bu toplumsal tabanları, emperyalist devletlerin insafına bırakmamak için büyük çabalarda bulunmuştur. Merkezî yönetim Sünnî gruplarla beraber Kızılbaş, Nusayrî, Yezidî ve Dürzîleri de padişahın etrafında toplayabilmek için yeni politikalar geliştirmek zorunda kalmıştır. Bu grupların Sünnîleştirilerek bu maksada ulaşılacağı ümit edilmiş ve bu hususta büyük gayretler gösterilmiştir.12
Ordu ve çevresinde yaşayan Alevî topluluğu Sünnîleştirmek amacıyla özellikle eğitime önem verildiği ve bu bölgelerde ilkokul, ortaokulun yanı sıra medreselerin açılması için çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira adı geçen bölgelerde mevcut Mekteb-i İbtidaiyye ve Rüşdiye (ilkokul ve ortaokul) olmasına rağmen bu tür bâtıl inançların niçin giderilemediği sorgulanmakta ve insanlara doğru yolu öğretmek (Sünnîliği öğretmek) amacıyla daha büyük eğitim müesseseleri olan medreselerin açılması öngörülmekte, bu kurumlara ulemâ ve fuzalâdan müderris tâyin edilmesi önerilmektedir (BOA, DH. MUİ., Dosya No.: 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328).4
Trabzon Maarif Müdüriyeti’nin 26 Teşrin-i Sani 1325 (08 Şubat 1910) tarihli yazısında okulların açılması ve halkın bâtıl inançlarını terk etmesini sağlamak amacıyla yapılan icraları denetlemek için üç tane maarif müfettişinin görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Bunlar yapıldığı takdirde vilâyet dâhilinde bu tür zararlı şeyler (Kızılbaşlık inançları) ortadan kalkacaktır (BOA, DH. MUİ., Dosya No.: 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328). Bu bağlamda eğitim kurumları açılarak buralara dinî eğitim açısından iyi yetiştirilmiş kişiler atanmış, Sünnî geleneğe uygun eğitim verilmiştir. Gönderilen din görevlilerinin denetlenmesi amacıyla da seyyar hâlde bulunan müfettişler tâyin edilip eğitim işlerinin, yani Sünnîleştirme politikasının ne derece uygulandığı ve başarı sağlandığı araştırılmıştır”.4
Ordu, Sivas, Tokat bölgesinde “Kızılbaşlık” hareketlerinin yaygınlaşmasının, artarak bu bölgelerdeki halkın cahil ve bilgisiz oldukları dolayısıyla medrese gibi eğitim kurumlarının bulunmamasına bağlanmaktadır (BOA, DH. MUİ., Dosya No.: 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328; BOA, MV. 23/46, 1304.Z.2). Alevî inançlarının ve bunlara bağlı tekke ve zaviyelerin yoğun bulunduğu kırsal kesimde medreselerin bulunmadığı görülmektedir. Yani medreselerin bulunmadığı yerlerde Kızılbaşlık daha yaygın olarak gelişmekte ve yayılmaktadır. Dolayısıyla XVI. yüzyılda görülen medreselerin şehirlerde kurulan medreselere karşılık XX. yüzyılda Sünnîleştirme politikası doğrultusunda kırsal alanlarda da “bir bab medrese” olarak nitelendirilen yüksek derecede eğitim veren kurumlar açılmıştır.4
Genel olarak Ordu ve çevresinde eğitim kurumlarına baktığımızda nüfusla bağlantılı olarak yeterince ilkokul, orta öğretim ve yüksek öğretim kurumlarının var olduğunu görmekteyiz. Özellikle misyoner okullarının açıldığı Rum ve Ermeni nüfusunun bulunduğu yerlerde eğitim kurumlarına ağırlık verilmiştir. Aynı bölgelerde “Kızılbaşlık” inancının yayılması üzerine bunu ortadan kaldırmak amacıyla eğitim politikasına yeni bir yön verilmiştir.4
Ordu yöresi ve ilgili bölgelerde “Kızılbaşlık” oldukça ağırlıklı bir biçimde hüküm sürmektedir. Hocaların eğitim verdiği ilkokul ve ortaokula rağmen Kızılbaşlık inancının yayılmaya devam etmesi hükûmeti rahatsız etmiştir. Mülkiye Müfettişi Ali Seydi Bey yazdığı raporda bölgenin dinî yapısını ve eğitim kurumlarını belirterek hem Maarif hem de meşihat dairesinin görevini yerine getirmesini istemektedir. Nitekim bu fikirlerin İslâm’a aykırı olduğu öne sürülerek bu bölgede özellikle kırsal alanlarda birkaç köyün arasında okulların açılması, nahiye ve kaza merkezlerinde de medresenin açılarak buralara hocalar tâyin edilip halkın “Kızılbaşlık” inancından arındırılması hedeflenmektedir (BOA, DH. MUİ., Dosya No.: 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328).4
Devam edecek 16 Kasım 2015 / Ankara
KAYNAKÇA :
4 SELÇUK, Doç. Dr. Hava – XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Alevî Toplumuna Bakışı (Ordu Örneği), Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2011/59, sh. 71 – 90. http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/view/474/465
7 YALÇIN, Alemdar / UYSAL, Başak – Karadeniz Çepnileri 1 : Taşlıca Köyü, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2005/35, sh. 29 – 36.
8 YALÇIN, Alemdar / UYSAL, Başak / DİKEROĞLU, Güzzade – Karadeniz Çepnileri 3 : Şalpazarı ve Gürgentepe, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2005/35, sh. 43 – 46.
12 GÜL, Dr. Abdulkadir – Osmanlı İdaresinin Kızılbaşlığa Yönelik Tutumu (Dersim Sancağı Örneği), International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/9, Summer 2015, sh. 213 – 228.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.