Yayınlanma Tarihi: 23 Şubat 2015 — okunma
Baba beni okut çok para kazanayım sen yaşlanınca paramla sana ya bakıcı tutar ya da huzur evine götürürüm.
Yukarıdaki cümle kaç kişiye normal geliyor?
Bugün huzurevlerine baktığımızda gördüğümüz manzarayı özetliyor. Mesleğini eline alıp dünyalığını kazanmış cüzdanı kabarık kişilerin çoğunun ana ve babaları huzurevlerinde.
Ömür boyu çalışıp, menkul ve gayrimenkul biriktiren evlat sözüm ona büyüklerine yardımcı olmak için onları daha önce hiç tanımadıkları yaşlılarla birlikte huzurevlerine gönderip kendileri de huzurlu(!) bir hayat sürmeye devam ediyorlar.
Fakirin zaten gücü belli. Şayet yaşlı ana ve babası varsa onları kapının önüne koyacak halleri yok ya. Mecburen aynı ortamı kullanacaklar. Aynı sofraya oturacaklar. Ve gün gelip kendilerinden önce dar-ı bekaya irtihal edince artık yaşlı sınıfına kendileri girecektir.
Bu dünya değirmeninde kimlerin öğütüldüğünden bihaberiz. Halk arasında “Dünya Kanuni Sulan Süleyman’a da kalmadı” diye bir söz vardır. Aslında adı geçen “Süleyman” Süleyman Aleyhisselam olmasına rağmen daha sonra iş diğer Süleyman’a dönmüştür. Kolay değil Kanuni lakaplı sultan 46 yıl cihan devletinin başında dünyaya hükmetmiştir. Ancak o da bir insandır ve her yaratılan gibi onun da dünyadaki nasibi bir yere kadardır.
Dünyada malın, mülkün, mevkiin ve unvanın ne olursa olsun bir gün yaşlanacaksın. Tabii yaşlılık da bir nasip. Nice hayatının baharında dünyaya veda edenler var. Hatta reşit bile olamadan, çocukluğunu yaşamadan çok insan var. Ancak genel görüntü insanların önce yaşlanıp, yaşlandıktan sonra ne kadar olduğu belli olmayan bir hayatın ardından sevenlerinden ayrılacak insan. İşte bu yaşlılık hali tıpkı bebeklik ve çocukluğunun ilk yıllarındaki gibi başkasına muhtaç olmaktadır. O zaman yanında yakınlarını görmek ister kişiler. İnsanın çocuklarından daha yakını kim olabilir ki?
Ancak insanoğlu unutkan. Hem unutkan hem de vefasız. Hatta nankör. Sağlığımız terinde iken hiç hasta olmayacağımızı, yaşarken hiç ölmeyeceğimizi, varlıklı ise malımızın hiç tükenmeyeceğini ve bir makamda isek oraya en layığı kendimiz olduğunu düşünürüz. Dünyada olan bütün olumsuzluklar bizim için değildir. Yani öyle sanırız. Ne zaman ki elden ayaktan düşeriz o eskiden bildiğimiz masalları bir de onlardan dinleriz.
Konu aynı, şikâyet aynı…
Anlatan farklı, tarih farklı…
Yine evlatlar suçlu, yine evlatlar vefasız.
Tıpkı kendileri gibi.
Sorsanız onların mazeretleri vardır. İşleri vardır. Üstelik onlar yaşlı analarını ve babalarını huzurevine götürmüşlerdir. Ancak şartlar o zaman onu gerektirmektedir. Şimdi öyle mi ya?
Kısaca dünyanın çarkı aynı dönüyor. Şayet siz gençliğinizde yaşlılığın ne olduğunu bilen evlatlar yetiştirdiyseniz, size sizin istediğiniz bir evlat gelir. Kimse kusura bakmasın. Anadoluda bir söz vardır. “Anası neyse danası da odur” derler. Hatta “Kedinin doğurduğu fare yakalar” diye de bir söz vardır. “Biz keçinin çıktığı yere oğlağı da çıkar” sözünü ilave edip yazımızı sonlandıralım.
Yine atalar sözüyle bitirelim yazıyı. Ne demişler “Ayak vurmadık taş, hal gelmemiş baş olmaz.” insanoğlunun başına ne zaman neyin geleceği belli olmaz. Ancak yine de tercih sizin. Yarın evlatlarınızdan şikâyet etmek istemiyorsanız, bugün de babalarınız sizden şikâyet etmesin.
Etme bulma dünyası yani…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.