Yayınlanma Tarihi: 19 Ocak 2015 — okunma
Şimdi neslin anlayamayacağı bir hikâye bu. Yani aslında hikâye de onlara masal gibi gelecek. Kim bilir belki de doğru yazmadığımı bile düşünenler olacak.
Siyah renkli kurşunkalemin çok kıymetli olduğu zamanlardı. Yani o günlerin söylenişi ile altmışlı yıllar. Biz bin bir zorlukla şehirden aldığımız o siyah renkli timsah motifli kalemi bezden yapılmış çantamızın dibine yerleştirir okula giderdik. O kalemin kaybolması demek bazen bir hafta kalemsiz kalmak demekti.
Sivrilttikçe küçülen ve sonunda kavranamayacak hale gelince yenisiyle değiştirilen kalemleri; arkasına ip bağlayıp boynuna asanlar bile oluyordu. Öyle zamanlardı yani.
Alfabemizde A da at, B de bek diye başlayan ve Z de zeytin diye biten harfler tek tek ezberlenmeden “kıraat” kitabına geçilmezdi. Hatta “Yat yat uyu” cümlesini farkında olmadan ezberlerdik de “İpek ılık süt iç” cümlesini hatırlamazdık. Günümüz ulamasına göre “Yat yat uyu” cümlesi “gelişmemişliğimize” delalet ediyordu. Sanki kendileri çok gelişmiş gibi. Tabi zihnen. Bedenen kesinlikle gelişmiştir. Göbek bu sınıfta olan için bir emare olmaktadır.
Biz konumuza dönelim. Kara kalem dediğimiz bu kalemin dışında bir tarafı mavi diğer tarafı kırmızı yazan bir kalemin varlığından haberdar olduk. Her gün ülkenin durumu daha farklılaşıyordu. Biz bu iki renk yazma özelliğine sahip olan kalemlerden bir tane bile temin edebilseydik; bize sene sonuna kadar yeterdi. Nasılsa yazılarımızı “kara kalem” ile yazıyorduk. Okumayı da söktük. Geriye kaldı öğretmenlerin ev ödevleri.
Eskiden ev ödevlerini öğrencilerin kendisi yapardı. Gaz lambalı bir ortamda yere uzanarak yapmaya çalıştığımız bu ödevler bizi zorlasa da bir şekilde onları bitirirdik. Şimdiki çocukları kıskanmamak elde değil. Onların ödevlerini annelerinin baskısıyla babaları yapıyor.
Birinci sınıfı bitince evde yapılacak çok ödevimiz oluyordu. Özellikle uzun metinler bizi sıkıyordu. Ancak yazdığımız yazıda başlıklar çoksa biraz sıkıntımız geçiyordu. Bir nevi hareketlenme sayılıyordu bu durum.
Her konu başlığı ya kırmızı ya da mavi renkli kalemle yazılıyordu. Aramızda hiç renkli kalem kullanmayanımız varsa da bu durum nadirattandı.
Yarsına kadar kırmızı, diğer yarısı mavi yazan bu kalemlerden kızların elinde varsa kırmızısı daha çabuk tükeniyordu. Bazı kızlar tuhaf bir eda ile erkeklerin yanına gidip çift renkli kalemi kısa bir süreliğine ödünç istediği de oluyordu. Biz o kalemi bazen yaptığımız resimlerde de kullanıyorduk. Kara kalemin yanında kırmızı ve mavi renk resme bayağı bir hava katıyordu.
Sözün burasında “Renkli baya kalemleriniz yok muydu?” sorusunu soran birinin olmamsı lazım çünkü yazının girişinde “kara kalem” dediğimiz kurşunkalemi bile zor bulduğumuzu yazmıştık.
Çift renkli kalem iyi güzeldi de yanlış yapılırsa silinmesi zor oluyordu. Gerçi hala zor ya. Nedense o kalemi iz bırakmadan silecek bir silgi daha yapılmadı. Aradan ancak yarım asır geçti. İleride o da olur inşallah.
Yaklaşık yarım asırda nerden nereye geldi ülke. Şimdi kara kalem denilen o efsane hala mevcutsa da gözden düşmüş gibi. Çünkü “çıt çıtlı” bazı mukallitleri arzı endam edince çoğu onlardan vazgeçti.
Altının kıymetini sarraf bilir misali kara kalemler hala bazılarının gözdesi. Üstelik dış tarafı renklenmiş. Olsun içi aynı ya ona bakın siz. Dış görünüş sizi yanıltmasın. Burada özellik önemli.
Korkarım bu kalem türü ortadan hep kalkacak. İşte o zaman kara kalemin kara günü olacak. Tıpkı sınıflarımızdaki kara tahtaların yok olması gibi…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.