Yayınlanma Tarihi: 12 Ocak 2015 — okunma
Aslında biz ona guzine deriz.
Çok yakına kadar evlerimizin vazgeçilmez eşyalarından biriydi. Yaz kış yakılırdı. Hem ısınma için kullanılır hem de bir nevi ocak görevini görürdü. Her ne kadar yazın fazla itibar görmese de ara sıra hatırı sorulurdu.
İlk evlerimizde ocaklık olarak kullanılan yer ısınma açısından pek elverişli olmuyordu. Ancak ocaklık bacaya bağlı bir yer olduğundan bir evin olmazsa olmazlarındandı. Ocaklığın bulunduğu yerde soba veya kuzine olabilirdi. Çünkü soba veya kuzinenin borusu doğrudan dışarıya değil de ocaklığa açılacak şekilde yapılırdı.
Kuzine çok yönlü kullanılırdı. Kışın hem ısınılır, üzerinde yemek pişerken su kaynatılır, gözünde de ekmek veya başka bir yemek daha pişebilirdi.
Ulaşımın zor olduğu, üretimin az olduğu zamanlarda kuzineler o köyde veya o beldede bu işi yapan ustalarında olması demekti. Öyle ya her eve lazımdı. Böylece bir sanat daha ortaya çıkıyordu.
Yazın dışarıda da ateş yakılırdı. Genelde düğün, bayram ve davet gibi daha çok davetlinin olduğu özel günlerde bu yola başvurulurdu. Köy yerlerinde daha çok yaz aylarında bazı şeyler dışarıda yapılırdı. Bazı yerlerin tabiriyle “kapıda” yapılırdı. Kapı içeri kelimesinin zıt anlamına geliyordu. Yanı dışarısı demekti.
Mevsim güze dönmeye başlayınca kuzine yavaş yavaş kullanılmaya başlanırdı. Güz aylarının serin gecelerinde kuzine çok işe yarardı.
Benim aklıma kuzine denilince mısır ekmeği gelir. Çünkü mısır ekmeğinin en güzel pişirildiği yer kuzinenin fırınıdır. Bir yandan ısınır, bir yandan su kaynar, diğer yandan yemek pişerken; kuzinenin fırınında da mısır ekmeği pişerdi. Belli zaman sonra pişmiş ekmek kokusu etrafı sarar daha yemeden lezzetini boğazınızda hissederdiniz.
Mısır ekmeğini pişirmek için derin silindirik bir kap olurdu. Normalde tepsi genişliğinde olan bu kap silindirik bir tavaya benzerdi. Ekmek ya “çiğ” un denilen güneşte kurutulmuş mısırdan yapılırdı ya da “fırın darısı” denilen fırında kurutulmuş mısır unundan yapılırdı. Ne şekilde olursa olsun yeni pişmiş bir mısır ekmeğinin lezzeti çok az şeyde vardır.
Çocuklar kuzineyi en çok kış aylarında severdi. O soğuk kış günlerinde oyundan yorgun ve üşümüş halde eve döndüklerinde ilk iş kuzinenin daha sonraları da sobanın etrafında kendilerine bir yer bulmaktı.
Hele bazı akşamlar kuzine üzerinde mısır patlatıp, kestane pişirip çay eşliğinde yapılan sohbetler doyumsuz keyif verirdi.
Kalorifer denilen demir parçası önce kendini ısıtıp sonra etrafı ısıtmaya başladıktan sonra kuzine yavaş yavaş hayatımızdan çekildi. Daha sonra patlatılmış mısırlar mahalle bakkalında satılmaya başlandı. Mısır ekmeği hayatımızdan çekildi. Artık kuzinler birer antika gibi tamamen paslanmayı bekledi. Ve sonunda da yok oldu.
Sizce asıl yok olan neydi?
Kuzine mi? Kuzinede pişen ekmekler mi?
Kavrulmuş kestaneler, patlatılmış mısırlar mı?
Kaynak sularıyla demlene çaylar mı?
Yoksa kuzinenin sıcaklığı mı?
Belki hepsi, belki de hiçbiri.
Yinede hayatımızda bir boşluğun olduğunu biliyorsunuz değil mi?
Adının ne önemi var…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.