Yayınlanma Tarihi: 1 Aralık 2017 — okunma
Sıla, gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer olarak bilinir. İçinde gurbetin acısı doğup büyüdüğü yerlerin hasreti vardır. Tek başına çok şey anlatan kelimedir.
Gurbet; hasrettir, ayrılıktır, hüzündür.
Gurbet; çiledir, zahmettir, sabırdır.
Gurbet anavatandan ayrılıktır, ayrı kalmaktır, ayrı bırakılmaktır.
Aslına bakılırsa her şey “Doğduğun değil doyduğun yer” anlayışı ile başlar. Doyulan yer, yaşanılan, çalışılan ve ilk başlarda geçici olarak gidilen yerdir.
Ancak her şey gurbete çıkılınca değişir. Sen her ne kadar günün birinde doğduğun yere dönmeyi planlasan da bazı şeyler hesap dışı kalır.
Geçen süre senin orada kalmanı gerektiren çok şeyle karşılaşmanı sağlar. Yeni arkadaş, yeni muhit, yeni alışkanlıklar kazanırsın. Sonra orada çocukların olur. Çocukları için doğulan yer senin için doyulan yerdir. Her şey senin tekrar sılaya gelme isteğinle gün yüzüne çıkar. Çünkü sen doğduğun yere gelirsen çocukların doğduğu yerden uzaklaşacaktır.
Neresinden bakarsan bak hasret başka bir boyuta ulaşır. Hani “Ne yardan, ne serden geçilir” sözü var ya tam o vaziyet çıkar ortaya. Yani ya sen gurbete mahkum olursun, ya da çocukların sılaya hasret kalır.
Günümüz dünyası öyle bir hal aldı ki aidiyet duygusu kaybolmaya başladı. Herkes gurbet ile sılayı aynı anda yaşıyor.
Özellikle köylerin boşalması, şehir toplumun kendine has kuralları işin içine girince neresini ana vatan olduğu da belli olmuyor.
Karı koca ayrı ayrı illerden gelmiş ve başka bir yerde yuva kurmuş. Doyulan yer ikisine göre de yabancıdır. Doyulan yer ikisine de gurbettir. İki taraf ta doğduğu yer özlemi ile yaşar. Ancak yeni doğanlar ne ananın ne de babanın vatanındandır. Burada bir sosyal çıkmaz ile karşılaşır insan. Senenin birkaç günü koca, birkaç günü karı tarafında geçirilse de çocuklar her iki tarafa da yabancıdır. İşin sonu hasrete dayanır.
Zaman geçer, yaş ilerler, takat azalır. İçine bir torak sevdası düşer. Sevda ki ne sevdadır. Çocukluk mekanların rüyalarına girer. Siyah önlüklü okul fotoğrafları içinde bir “cızz” sesi duymana yeter. Sen gurbettesin. Eşin gurbettedir. Çocuklara ana tarafından şuralı, baba tarafından buralıdır. İşin içinden çıkamazsın. Hasret kavurur. Bir çıkmazın içine düşmüşündür. Artık “keşke”ler ile “Şimdi ki aklım olsa” diye başlayan cümleler yangını azaltmaz.
Ah o doyulan yer…
Ah o doğulan yer…
Ah o hasret…
Sonra yanık yanık türküler dinler insan. Çocuklarını anlamadığı nağmeleri vardır. Çocuklarının anlamadığı sözleri vardır.
Ve yurttan sesler korosunda hüzünlü bir ses solo olarak seslenir bütün yurda.
Şu uzun gecenin gecesi olsam
Sılada bir evin bacası olsam
Artık sılada olmanın mümkün olmadığına kanaat getirenler, sılada bir evin bacası olmayı hayal eder. Baca demek tüten duman demek. Her tüten baca bir hayat demek.
Sen artık gurbette sıla hayali belki de tüten bir bacanın içindekiler gurbetteki yakınlarının hasretini duymaktadır.
Kısaca “Gurbet o kadar acı ki…”
Yine de sıla gibi acısı yok.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.