Yayınlanma Tarihi: 1 Temmuz 2016 — okunma
Semayı kara bulutlar kaplamıştı.
Her tarafta korku ve zulüm vardı.
Sen yoktun.
Kimsenin kimseye güveni yoktu. Can güvenliği yoktu, mal güvenliği yoktu.
Sen de yoktun.
Ay yeterince aydınlatmıyordu geceyi. Güneş ısıtmıyordu sanki… Görünmez bir sis, görünmez bir pus kaplamıştı havayı.
Doğumda iki kere sancı çekerdi analar. Firakın adıydı doğan kız çocuğu .Analar bir doğumda çekerdi sancıyı, bir de kızı olunca. Anaların bağrı yanık, gönlünde sancı vardı.
Ama Sen yoktun…
Yağmurlar yağardı bazen. Ağlardı sema mazlumların yerine.Bir gözyaşı sağanağı boşalırdı asumandan. “Ahh” lardan müteşekkil.
Anlayan yoktu manasını…
Ama Sen de yoktun…
Kazma ve küreklerin vazifesi çukur açmaktı. Kımıldardı sanki her çukurun üstündeki toprak. Altındaki canlının çırpınışlarını duyurmak için, insaf sahiplerine… İnsaf yoktu, vicdan yoktu.
Ama Sen de yoktun…
Tunçtandı, mermerdendi, çamurdan ve helvadandı putlar. Medet umarlardı çaresizliklerine yani perişanlılarına veya zulümlerine. İmal edilmiş putları vardı.
Ama Sen yoktun…
Kalpler katı, kalpler acımasız, kalpler kararmıştı. Vurgun vardı, yalan vardı talan vardı.
Sen yoktun…
Ama birden ışıdı cihan. Güneşin şavkı artı, ayın zıyası… Nurlandı her yer birden. Deprem yoktu ama,Kisranın burçları yerle bir..
Kabe’de putlardan ayakta kalan yoktu.
Bu sefer sen vardın cihanda.
Yağmur yağmamıştı uzun zaman. Ama Semave nehri coşmuştu, taşmıştı. Bir damla su kalmadı Save Gölünde. Bir devrin sonumu yoksa başlangıcı mı? Ne bilen vardı ne de anlayan.
Ama artık Sen vardın…
Miladi takvimler nisanı gösteriyordu.
Bir ana adayı daha tedirgin, bir ana adayı daha mahzun.
Nur topu gibi bir evlat.
İnleyen bir bülbül edasıyla “Gülüm” diye seslenen bir ana. Kucağındaki yavrusuna.
Kazma ve kürekler asli görevine…
Karanlık son buldu artık.
Sen yok iken karaydı asumanım efendim,
Gelişinle nurlandı, bu cihanım efendim.
Adın bile farklıydı diğerlerinden. Ne anan vardı artık başını okşayacak ne de baban. Şefkatten ve hamiden mahrum mukaddes yetim. Kim bilebilir ki kırk yıl sonra zulme son vereceğini…
Kim bilebilirdi ebedi kalplere dolacağını. Kim bilebilirdi putların vitrinde ve ceple de kalıp ilahi sevgiyi gönüllere nakşedeceğini. Bütün bunları o zaman bilenler yoktu.
Sen vardın…
Ne vicdanda putların oldu, ne cüzdanda. Hayatın dahil vakfettin bütün ümmete varlığını. Önceleri “emin” dediler sana. Dost düşman sevdi, saydı. Kimseyi incitmedin bütün ömrünce. Sevgiyi aşıladın kalplere. Seni sevmeyenlere acıdın.Hak için konuştun, Hak için savaştın, hak için sustun.
İlahi emrin ilanı: “Ben artık Resulüm.”
Düşmanlar bir ağızdan:
“Yalancı, sihirbaz”
Hakkın rızası için yaşadın. Kararmış dünyamıza ışık, yoldan çıkmışlara rehber oldun. Savaşta aslan, barışta mütevazı ve mütevekkil. Gönül gül-zârımızı en güzel Gül’ü oldun. Gül-şenimizin Bülbül’ü…
Kuraklıktan kurumuş çöllere yağmur geldi.
Katılaşmış kalplere ebedi sürûr geldi.
Kesildi baykuş sesi her taraf gül-zâr oldu.
Bülbül nağmeleriyle âleme huzur geldi.
Sensiz asırlar geçti. Ama attığın tohumlar kıyamete kadar yeşermeye devam edecektir. Gönlümüzü senin saçtığın tohumlara tarla yaptık.Ve putlarımızı vitrinlerde bıraktık. Sevgini ise gölümüze… Belki cismen yoksun ama manen gönlümüzdesin.
Biz Gül’ümüzü de Bülbül’ümüzü de severiz…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.