Yayınlanma Tarihi: 13 Nisan 2015 — okunma
Kim ne derse desin öğrencilik hayatını özlemeyen yok gibidir. Ancak hiç kimse öğrenci iken durumundan memnun değildir. Şayet Başarlı bir öğrenci isen bir an evvel eğitim gördüğü okulu bitirip gideceği okulunun hayalini kurarken; düşük başarılı olan öğrencilerde bir an evvel tahsil hayatının sona ermesini arzu ederler. Çünkü eğitim denilen şey o yaşlarda hiç de cazip bir şey değildir.
Her ne kadar öğrencilerin çok ortak yanları varsa da bazı durumlarda birbirlerinden farklı yanları da vardır. Mesela şehir merkezinde uzaklaştıkça daha bir saygılı olurlar. Belki görgü kuralları bakımından şehirde yetişenler “medeni” sınıfına daha layık görünseler de “insani” vasıflar bakımından kesinlikle köy çocukları daha ileridedir.
Bu kadar girişten sonra gelelim sadede. Bundan dört sene önce aynı okulda idareci olarak çalıştığım meslektaşım, mesai arkadaşım ve idari görevde aynı anda bulunduğum Sayın İsa Altun Bey bizi İnkur Ortaokuluna davet etti. Uzun seneler aynı çatı altında görev yaptığım ve Osmanlıca dersimize girerek bize en az “bir” harf öğreten hocamızın nazik davetini kabul ettik. Madem bizi bir işe yarar diye hüsn ü zanda bulunmuş, bizim dahi bu davete icabet etmemiz gerekiyordu. Öyle de yaptık.
İnkur’un yerini bölgede herkes bilir. Zaten şehirden 5-10 km uzaklaşınca okul olarak mevcuttan sayılıp, iş yardım etmeye gelince hep unutulan yerlerdir. Aslına bakarsanız Anadolu’nun saf ve temiz insanları deniz seviyesinden yükseğe çıkıldıkça sayıca artar. Ne hikmetse kimse bunların bu özelliklerine bakmayıp, başarılı olduklarında “Bunlar da nereden çıktı” der gibi muamele ederler. Haklılar. Köyden çıkıp okuyup yazan ve yüksek makamlara gelen her kişi, bir kadroyu daha kendi inhisarına almış oluyor. Yani her hak ettikleri makam geriye daha az kalmasını sağlıyor. Bu kabul edilebilir bir şey mi?
Neyse İnkur Ortaokuluna geldik. Öğle teneffüsüne az zaman vardı. Öğrencilerimizle yemekten sonra sohbet etmek için bir araya geldik. Malum TEOG denilen bir sınav türü bütün ülkede olduğu gibi onları da bekliyordu. Onlara sınav öncesi nasihatlerde ve tavsiyelerde bulunmak için oradaydık. Herkes beni tuhaf gözlerle süzüyordu. Zaten senelerdir taşra insanını nüfustan sayıp, savaş ve seçimlerde hatırlayıp, sair zamanlarda kendi hallerine bırakmıyorlar mıydı?
Ben onlar için “yabancı” ve “soğuk” biriydim. Ancak büyü kısa zamanda bozuldu. Ben gaz lambasından, koşarken düşüp dizini incitmekten, sosyetenin diyet olarak adlandırdığı ama köylü için açlık olarak bilinen açlıktan, meyvelerden pekmez yapmak ve kışın soğuktan ayakların üşümesinden bahsedince hepsinin gözlerinin içi güldü. Lisan-ı hal ile bana “bu da bizim gibi” diyordu sanki. Yüzlerde mütebessim bir çehre, gözler ışıl ışıl ve gönül mesafesi daha yakındı artık. Hepimiz birimizdik yani…
Sonra sorular sordular. Özel olanları da vardı. Ben bazı şeyleri nasıl başardığımı anlattıkça onlar daha çok sevindi. Çünkü kendilerine benzeyen biri başarmıştı bunları. O halde kendileri de başarabilirlerdi pek ala…
Sohbet bittiğinde tekrar gelip gelmeyeceğimi sordular. Herkes ayakta olduğu için beni saran daire daha da daralıyordu. Sanki kırk yıllık tanıdıkları veya okullarında derslerine giren bir öğretmen gibiydim. Aslına bakılırsa kimse zamanın geçmesini istemiyordu. Zamanın geçmesi demek ayrılık demekti. Onlar bir saatlik sürpriz kavuşmanın ardından gelecek olan ayrılığın süresini bilemiyorlardı. Bilmedikleri yetmezmiş gibi bir araya daha gelip gelmeyeceğimizi de bilmiyorlardı.
Nihayet onlar derslerinin başına yani sınıflarına gitti. Ben de Okul müdürü İsa Altun Beyle makamında kısa bir sohbet ettik. Zaten ilk geldiğimiz anda bize okulu gezdirmişti. Aslına bakılırsa okula bir el değdiği belli oluyordu. Çünkü o yerlerde kıt kanaat eğitim yapılan yerlerin hallerini biliyordum. Sayın İsa Altun şartları zorlayarak hafta sonu kursları açtığını da söyledi. Dorusu bu tür okullar için çok önemli bir şeydi.
Artık okuldan bizim de ayrılma vaktimiz gelmişti. Ancak öğretmenleri için de bir iki kelam etmek gerekiyor. Çünkü öyle yerlerde çalışmak fedakârlık ister. Sabır ister. Azim ister. En önemlisi sevgi ister. Ancak sadece bir selamlaşma bile olsa kısa süre göz göze geldiğimiz öğretmenler “Siz hiç merak etmeyiniz biz elimizden gelenin fazlasını bile yapıyoruz” der gibiydiler.
Evet, onlar ellerinden gelenin fazlasını yaptığını öğrencilerle sohbet sırasında öğrenmiştim zaten. Malum öğrenci milleti susarak daha çok şey anlatması biliyor.
Orada görev yapan bütün öğretmenlere en kalbi selamlarımı yolluyorum. Ve o kır çiçeklerine vermesi gerekeni verdikleri için de teşekkür ediyorum. Yüreğiniz sağ olsun…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.