Yayınlanma Tarihi: 22 Mart 2019 — okunma
Herkes gibi geriye kalan zaman ne kadar bilmiyorum. Ancak yaşım icabı çok fazla bir vaktin kalmadığının farkındayım.
Altmış yıllık zamanı anlatmaya kalksam 60 dakika sürmez. Onca yıl gelip geçti. Sanki sahnesi dünya olan bir mekânın oyuncuları gibi. Oyun bitecek biz de sahneden ineceğiz. Sahne kalacak.
On yılını çocukluk zamanına sayarsak dünya üzerinde yarım asrı ardımızda bıraktım. Bu yarım asır için hem ülkede hem dünyada acı tatlı hadiseler zuhur etti. Hepsi de geride kaldı.
Çocukluk yıllarımda akranlarım gibi benimde mahalle bakkalından akide şekeri almışlığım vardır. Bakkal amca cam kavanozlara koyduğu rengârenk akide şekerlerini bize verirken sanki atmosferiyle birlikte minik bir dünya sunuyordu.
Biz o şekerleri ağzımıza atmadan inceler, yaz günlerinde sıcağın etkisiyle elimize bulaştığına bakmaz kendimizi o minik şekerlerin içinde hisseder veya o şekerleri kova bir dünya hayal edip kendimizi de orada bulurduk.
Çocukluk hülyaları bir başka oluyordu.
İçinde hiçbir art niyetin olmadığı, hastalıkların, savaşların, kandırmanın, yoksulluğun olmadığı bir dünya…
Hilenin-hurdanın, kapkaççılığın, hırsızlığın, uğursuzluğun olduğu bir dünya…
Sermayesi de kârı da sevginin ve dostluğun olduğu bir dünya…
Dedim ya çocukluk hülyaları büyüyünce ancak rüyalarda veya temennilerde olacak bir hülya…
…
Meslek hayatının son okulu olan Söğütlü Ortaokuluna geçen yılın karne tatilinde başlamıştım. Bir-iki öğretmenin dışında aynı kadro devam ediyor. Tabii ben sonradan geldiğim için bazı usullere alışana kadar okul yaz tatiline girdi. Birbirimizi yeterince tanıyamamıştık.
Bu öğretim yılının başlamasıyla günden güne herkes birbirini daha iyi tanımaya başladı. Neye kızılır, neden hoşlanılmaz, neler ilgi alanlarının içinde veya dışında vs…
Okulun resmi olamayan en özel beraberliği öğle tatilinde gerçekleşiyor. Bir arkadaşın “Bugün ne yiyoruz” diye sesli duyurusuna verilen cevaplar not edilip, dışarıdan yiyecek getiriliyor. Yemeklerin geldiği andan bitene kadar süre içinde mizah dâhil tartışmalar kesiliyor, yiyeceğin kendine has özelliğine göre sesler çıkıyor.
Yeme işi bittiğinde geriye beş-on dakikalık daha zaman kalıyor ve yudumlanan çayların ardından eğitime devam ediliyor.
Bazen bayan öğretmenler yemekleri okulda hazırlıyor. En güzeli de bu oluyor. Çünkü biraz sonra önene gelecek olan her türlü nevalenin hazırlanışına şahit olunuyor. Bu arada sabırsızlananlar da oluyorsa kimse belli etmiyor.
İşte böyle günlerden birinde Fen Bilimleri öğretmenimiz Hülya Burçin Öztürk Hanımefendi kendi hazırladığı tatlıdan herkese ikram ediyor. Fazla tatlı düşkünü olmayan ben, ikramı geri geri çevirmemek için nezaketen alıyorum.
Dedim ya tatlıya düşkün olmayan biri olarak usulen çatalı önce tatlıya sonra ağzıma götürüyorum. O da ne? Daha önce hiç tatmadığım bir şey. Hatta çocukluk hülyalarımızın vazgeçilmez hatıralarından olan akide şekerleri bile.
Hiç belli etmeden önümdeki tatlı tabağını boş görene kadar çatal-tatlı-ağız üçgeninin hipotenüsünü hesaplamadan yeme faaliyetini sürdürüyorum.
Sonunda kuru bir teşekkürün o tatlının değeri ediyor mu bilmem ama biz yine adetten olan teşekkürümüzü ediyoruz.
Teşekkür ederiz Hülya öğretmenim. Bana çocukluk hülyalarımızdan olan akide şekerlerinin tadını yarım asır sonra hatırlattığınız için.
Bakkal amca, ne güzel akide şekerlerin vardı senin. Gözün arkada kalmasın emi…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.